Cebren ve hile ile değil alın teri..


Matematiğin cebir kısmından pek hazzetmem, çok prosedüral görünür gözüme, neyse odur, hiç tartışması olmaz. Her katılığın ürküttüğü gibi cebirin soyut ve katılığı da ürkütür beni. Katı ve kırılgan bir bilim cebir, Stalker'daki muhabbete benziyor. Ben de ona kırılganım. Fakültede en çok ikinciye kaldığım dersler cebir dersleridir. Galiba beş sıralı matematik serisinden üçünü geçebilmiş idim. Bereket, o yıl müfredat değişti de yerine fizik aldım. İlk bakışta matematikten kalıp fizikten aa ile geçmek "ayol ben zorları yapabiliyorum da kolayları yapamıyorum" mekanizması gibi görünse de aslında değil. Ağız dalaşına girmediğiniz sevimli bir hoca ve basit fizik denklemleriyle olacak işler bunlar. Hani şu kadar para eder demiyorum hoşnutsuzluğuma dayandırmak için; cebir sevenlere hürmetim gına. Ama geometrinin yeri bir başka yavu. Üniversitede işine yaramayacak bir bölümde olsa bile ilk dönemlerde "bikaç üçgen-çokgen sorusu olsa da çözsem" dedirtir sevenlerine. Bilmeyen ve geometriye karşı ciddi tabuları olanlara hep "yaa işte bulmaca gibi, nasıl çözüyorsan onu bu da öyle" diye sevdirilmeye çalışılır hep. Canımın böyle muskalara da ihtiyacı yoktur. Cebirin safi işlemine karşın üç boyuta kadar çıkabilen daha gerçek daha somut ve alternatif yolları olduğundan daha sevimli görünür gözüme. Ben üç boyutlu resimleri de hemen görürüm misal, hem miyop-astigmat çıplak göz hem de gözlükle. Üç boyuta karşı gizliden hisler beslediğim, boş olmadığım tümüne varılabilir belki doğrudur da ne bileyim. Annem duysa tek boyutu hallettin de üçü mü kaldı derdi. Onlara göre herşey sırasıyla zaten, her şey doğrusal. Düz mantığa anne mantığı da denebilir aslında mucit ismini bahşetmiş anlamında.

Hatta hep bi hikayeyi anlatır annem böyle durumlarda. O da eskilerinden dinlemiş, ben çocuğuma anlatmam, ben de patlar bu sürgit. Bir adam varmış, kılıbıkmış. O vakit tuvaletler dışarda afbuyrun. Ya da işediğin her yer tuvaletindir özdeyişiyle münasip noktalar hacet merkezi olarak mimleniyor. Kılıbık abi karısıyla hacete çıkıyor. İş görürken kafayı yukarı kaldırıyor, belli ki acaip de romantik ve içli, "yıldızlar da bugün ne güzel parlıyor!!" diye tabiata aşık salvoları yolluyor. Kadının bunları kaldıracak hiç hali yok, hava soğuk, zaten koca kıymık. "Yap, işeni yap önce!" diye bizim tam da resital havasındaki romantik kocayı paylıyor. Poor man. Anlattım da iyi mi ettim hiç emin değilim. Neyse..

Aslında hiç çaktırmıyorum ama bunları şu olayın aklıma gelmesinden kelli yazdım. Yoksa cebir nire caanım geometri nire..

Daha ergeniz o vakit. Erkeniz de hem. Şimdi neyiz, o da ayrı muamma.. Dershaneye yazılıyorum Karşıyaka'da, mezun olup da hafta sonu grubunda olduğum için önce beni rastgele bir gruba kaynaştırıyorlar. Ben kaynaşamıyorum tabi; zeki, çalışkan ve çevik olduğumdan değil, evveliden konuları bildiğimden az da geometriyi içselleştirmemden tahtaya çizilen her soruya şak kabilinden cevabı şaklıyorum. Bir oluyor, iki, beş.. Hani başkası olsam benden nefret ederim, az bil ulan, bi saniye gecik. Gerçi öğrenim hayatımda o yıldan sonra hiçbir şeyi şak diye bilmedim, bilemedim, bilmemek daha mühimdi vs. Zeki, çalışkan ve çevik olmadığımı söylemiştim. Sporcu da değilim. Atam beni sevmezdi kesin.

İşte şakladığım günlerden bir gün tenefüste kızın biri beni kenara çekti. Burda düz mantık yok, lütfen doğrusal yaklaşım yok, anne mantığı yok sadece soru soracak, lüffen. "Yaa.." dedi, "sen bunları nasıl ezberledin?"

"Ne bunlar? Neyi ezberledim?"
"Yaaa, işte soruları.. Hangi kitaptan ezberledin?"

Şu ahir ömrümde (ıssız adam bu lafın içine de ötürdü ya neyse..)beni en ezen cümle budur işte. Bir şeyi yapabilir görünümünde olmamak ya da hakikatli bilebilir kişi görünmemek ya da her ne haltsa.. Hanım, senin kazan doğurmuş desem inanır belki ama soruları benim şu kafam dahilinde olması muhtemel etin içindeki bir takım akson dendrit muhabbetiyle çözmüş olmama ihtimal vermiyor. Olsa olsa papağan gibi kaydetme suretiyle uzun süreli bellekten hazır şablon geri çağırabilirim. Ne güzel, o da biliyor ezberci eğitimin sığlığını. Bana da giydiriyor sığlığı, üstümde güzel duruyor galiba, bilmemki..

"Lan ne ezberlemesi kıt beyin, bunlar ezberlemekle tükenir mi?" demedim. "Ezberlemek formülünü öğrenmekten daha zor aslında." diye balık tutmayı öğrettim ona ama galiba balık vermem gerekti. Zaten çok durmadım orda, atlattılar beni hayatımın hakiki dostunu tanıyacağım yere. O kız benden sonra kaç kişiyi köşeye çekti bilmiyorum.

[Bu vesileyle bitlenmeden dönebilme kabiliyetine sahip sanatçı gezginimizin biricik ablasına da üstü kapalı selam göndermiş oldum. Üstü açık da gönderirim, püfür püfür eser. Her türlü gideri var.]

Son olarak; ezberci eğitim kötü bişeydir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Olmayana Ergi Yöntemi

Çöplük

İrrasyonel sanılar