Büyük Hadron ve taze gençliğim..


CERN'in Büyük Hadron Çarpıştırıcısı adlı deney sistemini dünyaya duyurduğu dönem benim üniversite geçmişimin son iki dönemine tekabül eder. Biz o vakitler kollarında beton gibi kitaplar, en az 4 numara ayarında pimapen emsali gözlüklerimizle koca koca amfilerde, mükemmel ötesi bilim insanlarının dilinden düşen kelimeleri havadan kapıp defterimize nakşeder, insanlığın bu en büyük deneyinin evreni anlamadaki etkisini Einstein, Tesla, Maxwell, Faraday, Hawking vs kuramlarıyla açıklamaya çalışırdık. İşte bu cümlede ben, ömrümün en akademik yalanını söylemiş oldum.


Olay aslında şöyle gelişti.

CERN'in Büyük Hadron Çarpıştırıcısı adlı deney sistemini dünyaya duyurduğu dönem benim üniversite geçmişimin son iki dönemine tekabül eder. Ben o dönemlerde, gündoğumuna  kadar film yada dizi izlediğim, bir iki kitap dergi karıştırdığım, belki müzik eşliğinde sadece boş boş oturduğum için öğlen 13.30 derslerine yetişemezdim. Bu fazla iyimser, bazen 15.00 derslerine de bile isteye gitmediğim oldu. Hal böyleyken devamsızlığı Allah'ın vicdanlı kullarına emanet edilmiş bir öğrenciydim aslında ben. Sınıfta başta samimi sayılabileceğim insanlarla yarı yoldan sonra hayli takışınca, işim tamamen yolda gördüğü kedi-köpek sevimli cici hayvanatın başını okşayabilecek raddede vicdan sahibi kişilerin olması ihtimaline kaldı ki, her sabah yatağıma yattığımda tanrıma dua ettim ağlayarak, öyle bir kul o sınıf dahilinde bulunsun diye. Aslında ağlamadım ama mesaj gönderdim arada birilerine "yaa ....cım sana da hep böyle hep böyle biliyorum ama..." ve dönem sonu geldiğinde derslerin devam kağıtlarına bakınca işte o an ağlayasım hep geldi. Kendi imzalarım kabağın en kabarık yeri gibi sırıtır ve gayet cüz'i miktarda iken kim olduklarını total olarak belki ömür boyu bilemeyeceğim bir güruhun çeşit çeşit yampiri yumpiri imzası, o an için beni umuruna alan, gizli de olsa birilerinin olması düşüncesini büyütürdü içimde. Aslında hiç sevilmeyen, adı bilinmeyen, asalak parazit kokuşmuş sosyopat biri değildim ama öyle biri olma hissi garip bir şekilde cazip geliyordu bana. Bu hissin cazibesinin sebebi ise sanırım şunlardı..

CERN'in Büyük Hadron Çarpıştırıcısı adlı deney sistemini dünyaya duyurduğu dönem benim üniversite geçmişimin son iki dönemine tekabül eder. Büyük bir üniversitenin büyük bir kampüsünde olmanın getirilerinin hesap döküm defterini kabarık tutmuşum ki evveliden, üniversitenin ilk altı dönemini o nesnelerin-mefhumların varlığını aramakla geçirdim. İzmir'de yaşamanın getirdiği sınırsız özgürlükten bahsetmiyorum zira bunları üniversite değil İzmir gayet cömert bir şekilde sunuyor insana. Kanal kodamanlarının ülkem gençliğinin sesi yollu gece geç saatlerde sunduğu programlarda "biz ilkelere inkılaplara bağlı Türk gençliği olarak sıkıldık, bunaldık, ne bu çilemiz ulayynnn!!!" diye çok bağıran ve çok şak şak alan o çok sıkıntılı gençliğin kampüslerdeki çilesizliği, duyarsız, algısız ve yapaylığı üzerine yönetimin liyakatsiz, basiretsiz, kupkuru safi informasyon yüklü bulutları.. Tabii ki de burnu hep o bulutlara bakan çok gezmiş, çok görmüş ilim irfan deryası profesörleri.. İki lafın belini kırmak yollu oturulan kantin sıralarından "ben eve gideyim, uyuyayım az" sebepli ani kalkışlar.. Bunları, bütün bunları bildikten sonra manik aidiyet sorunsalıyla yüzyüze kalıp yeni yüzler, yeni yollar arayışlarına girişmek ya da Virginia Woolf sözü dinleyip kendine ait bir oda inancıyla sabahlara kadar gözü açık kalmak. Tabii ki daha cazip.

Tam da bu zamanlarda duyurmuştu CERN 27 km.lik tünelini. Beni zaten bilim hocası olmam beklentisinden gayet uzakta, gayet şahsi olarak ilgilendiren konu, biz gökte ararken bu adamların yerin dibinde aramalarıydı kainatın kaynağını. İşte bu mesabede bilimsel dimağa sahibim. O son iki dönem, bizim büyük profesörlerimiz ve bilgi pıtırcığı öğrencilerin Hadron aşşaa Hadron yukarı, yok çok minicik parçacıklar çarpışacak, kainatın otuna kotuna külliyen vakıf olacağız sevinciyle projeksiyon teknolojisi eşliğinde geçip gitti.

Bugün okudum ki haberde, CERN evrenin oluşumunun küçük bir örneğini oluşturmayı nihayet başarmış. Şu anki global meselemiz ise bu deneyin tanrı varlığına mı yoksa yokluğuna mı delalet olduğunu savunmak. Cevap basit; mümin iman tahtasının üzerinde temellendirecek Hadronu ve "sana geliyorum yarabbim!", gayrimümin ise "ahan da öyle bişey yok kazkafalılar bilin artık" diyecek. Bense en çok amanın Hadroooon ve giden taze gençliğiiiim diyerek diz döveceğim galiba. 

Ne Cern'in, ne hocaların, ne de o sümsük öğrencilerin sabahtan beri çatlayan başımdan da haberi yok tabi. 

Çenemi de yordum üstüne.  


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Olmayana Ergi Yöntemi

Ağlayan Çayır, ağlayan Eleni, ağlayan Helen..

Çöplük