“Zaman beni sürükleyen bir nehir, ama nehir benim. Zaman beni yok eden bir kaplan, ama kaplan benim. Zaman beni tüketen bir ateş, ama ateş benim. Evren, ne yazık ki gerçek, Ve ben, ne yazık ki Borges’im.”
Şunu eriyoruz: Her başarılı kadının arkasında başarısız bir erkek vardır. Bize başarılı erkek kollaması adı altında hep yutturdular, yok efendim bir erkeğin hakiki başarısı arkasındaki dişi elde gizlidir falanlı göndermelerle.. Ona çok cici bakan, her türlü ihtiyaçlarını itinayla gören, ne yapılacaksa çiftletmeden yapıp başarılı olmaya hazır bir erkeğe dönüştüren esasen çok mahir kadın kişisidir denildi. Ben aslında bunları feminizm gömleğini keyinmemden kelli söylemiyorum ki giymem orası ayrı. Fakat ortada her türlü müspet davranışının, ardındaki görünmez bir dişi varlığa yüklendiği vasıfsız bir erkek profili var. Aynı zamanda algıda sosyal seçicilik de diyebileceğimiz diğer husus, kadının erkeğin gerisinde hakiki meşgalesi onu başarılı etmek sayıldığı gayet tıkız iş bölümü ki bu feminizmin zırt dediği yer. Ben, şu an bu saydıklarımın ilkine daha fazla su taşıyor gibi görünüyorum. Ama hakikat şöyle: Platon mağarası görünümündeki gölgeli hayatlarından sızıp suretlerin asıllarını gör
"ground control to major tom" Nerden aklıma geldi bilmem, o kadar yeni yetme ve zamanın ruhuna uygun son sürat mecralar varken, bir zamanlar buralarda klavye tuşu eskitmiş olmak.. Yazı yazmak bir sekiz sene önce mi güzeldi yoksa ben de mi bütün suçu hayat gailesi denen ezeli kamburun sırtına yükledim bilemem. Demek ki mürekkebi az da olsa yalamış olmak bir sekiz yıl hayati makbulleri yaşayıp hala kendini hatırlatan bir hasletmiş. Artık kimseler blog okumasa da, kozmik evreni inceden dürtüklemek galiba yaptığım. Ya da bir virüs istilasına müteakip fazlaca sıkılmaktan sebep eski çöplüğümü eşeledim. Güzel de oldu, yıllardır iş için düzinelerce sayfa proje yazmaktan gerçek bir yazı nasıl yazılır kısmını hep öteledim. Dedim ki, "bir oturayım bak neler yazacağım.." 6 yaşına girmek üzere olan yavrumun yüzüne bakıp zihnimde ciltler yazdım ama neyse küskünlüğüm, bir masa başına oturup kelimelere dokunamadım. Ertelemek vebasına tutuldum zahir. Neyse, kendi kendime arada bir
Dün bir arkadaşım, "Sen o kadar rahat bir insansın ki, bu rahatlığı bozmamak için sıkıntılarınla bile uğraşmıyorsun" dedi. Geçen yıl bodur alim ilan ettiğim bir öğrencimin söylediklerini getirdi aklıma bu laf: "Hocam, siz kesinlikle sabırlı değilsiniz. Sadece uğraşmak istemiyorsunuz. Basit geliyor size herşey." Bilmiyorum, sabırlı olmak mı insanı basit nesnelere dokunmaktan alıkoyar, yoksa mefhumun muhalifinden yola çıkmak mı doğrusu: basitlikten neşet eden sabırlı görünme sahteliği.. Belki de bütün basitlikleri yalayıp yutmaktan sebep hayattaki sair bütün muhabbetlere "caz müziği ayarı çekmek" aslında olan biten.. Kafayı omuzdan ötelere uzatıp, en uzak menzilin samanlığında iğne aramak.. Yani en uzak menzilin samanlığına daldırmak gözleri. Seyran olur diye. Hepsi beklemenin türevi, hepsi şikayet, hepsi kendinden bile kaçma arzusu, hepisi topusu bir film: Üç Maymun! İnsan filmleri seviyor diye film gibi yaşamalı safsatasını da kim uydurmuş?
Yorumlar
Yorum Gönder