Nasıl Cyborg oldum yada Nurtopu gibi merhamet marazı..

Bu çeşit cümleleri hep başarı öykülerinin büyük iştahla anlatıldığı nispet kitaplarının üzerinde görürüz. Nasıl başardım? Nasıl mutlu oldum? Nasıl gezdim, gördüm, yendim? Nasıl büsbüyük insan oldum?
Kasım kasım anlatılan, doyumsuz başarı, hamaset, çok bilir yüce insan sıfatları, “bakın mutluluğun yolu budur, beri gelin ardımdan” minvalli seri üretim aforizmaları, “işinizde nirvanada piknik vaat ediyoruz” menşeli ticari sürü(k)leme sür(ü)manşetleri.. Benimki bunların hiçbirine benzemiyor, benzemesini istemiyorum zira. Kimilerinin “doğru yolda hizaya geldi” nitelemesini uygun gördüğü kendini bulmak deyimini ben Cyborg olmakla eşledim.  Belki de elinin ardını göstererek bütün el yapımı  olmazsa olmazlara, hatta bütün yüce(!) mercilerden tescil, güven, tasdik almış “bestseller” yapıtlara, masalsı bir hikayenin ardına düşüyorum. Bir film insanın hayatını değiştirebilir mi? Peki bir film insanın hayatını değiştirmezse ne işe yarar? Bu cümlenin doğruluğuna kaniyim: “Bir film seyrettim, hayatım değişti.”

Young-goon sol bileğini kesip elindeki ucu açık iki kabloyu bilek damarlarına bağladığında, elimi yüzüme kapatıp bağırdığımı hatırlıyorum. “Bu kız delirmiş!!” Ama insan bedenine üflenmiş Cyborg ruhundan gelen bir emirdi bu. Belki bağlanması gerekiyordu kendi damarından hayatın damarına. Bu bir delilik değil düz bakışta görülenin aksine, Young-goon deli değil, yaptığı intihar değil! Altı ay boyunca sadece turp yiyen, fareleri kendine evlat edinmiş büyükannesini büyüten –büyükannesinin büyüttüğü- maksadı “varoluşunun amacını” öğrenmekten öte bir meşgale olmayan bir genç kız o. “Bir Cyborg her şeyi yenebilir, sen de bir Cyborg’sun  bunu nasıl bilemezsin?” öğüdünü biliyormuş gibi davranan da..

Young-goon’un kendisi gibi zihin hudutlarını aşmış diğer hastane arkadaşlarıyla geçen, eğlenceli ama buruk anılarının haricinde onun bir Cyborg olarak uzak durması gerektiği 7 ölümcül günah vardır iyice bellenmesi gereken:

1.    Merhamet
2.    Üzgün olmak
3.    Sönük ve hareketsiz olmak
4.    Tereddüt etmek
5.    Boş hayaller kurmak
6.    Suçluluk hissetmek
7.    Minnettâr olmak

 

Bu sayılanları yapmak, kötü yola sapmak demektir. Bütün günahların içinde ise maraz doğuran bir günah vardır ki bu, günahın irinli başıdır: Merhamet!




Yerin dibine batsın vicdan ve merhamet!

Sözlükte erdem sıfatlar bünyesinde sıralanabilecek birkaç güzide kelimeden olan vicdan ve merhametten acaba Shakespeare’in alıp vermede sıkıntı yaşadığı şey ne olabilirdi? Zweig gibi “Ah bu merhamet, bu kör olası merhamet!” olabilir isyanın dilde büründüğü başka bir şekil de. En minik hacim-kütle indeksine sahip zamanlarımızda bile sıkı sıkı tembihlerle salık verilen bu iki güzel erdem nasıl oluyor da özünün aksine bazı zamanlarda canavarlaşıp içinde tünediği konak canlıyı iliklerine kadar tüketebiliyor? Kaynağı belirsiz bu iki soyutun hakimiyeti altında bazı vakitler insan dediğimiz elle tutulur, gözle süzülür somut varlık nasıl da irade yetisini yitirip dönülesi zor yanlışlara sürebiliyor kendini?

“Başkaları için yaşayanların, zaten özgürlükleri ellerinden alınmıştır”, diyor Zweig. Öyle ki kendi özgürlüğünü feda edecek raddede duyulan merhamet duygusu işte bu yanlışların, bu tükenmelerin baş müsebbibi oluyor. Yaşamak beraber olmadıkça, yaşam ortak kılınmadıkça duyulan merhametin vahameti, kazanılan hasılı sevap yada ifa edilen vicdan vecibesi ne kadar mühim olabilir ki? Merhameti manidar kılan yaşamın özgürleşmesi değil midir? Bir kuşa merhamet duyarsınız, kafesinden salıverip özgürlüğünü bahşedersiniz. Bir kısrağa merhamet duyarsınız, bırakıp dizginlerini dörtnala salarsınız hürce.. Yada efendisinin zulmüne maruz kalan köleye acırsınız, kocasından üç öğün şiddet gören üç çocuk sahibi kadına, avuç içleri kayın ağacı aksine dönmüş ilkokul öğrencisine, Kordon’da kısılmış sesiyle elindeki üç beş mendili satma derdine gömülmüş yaşlı teyzeye.. Hepsine vicdanınızın o incecik teline dokunduğu için, belki de biyolojik varlığınızın iradeyle taçlandırılışından ötürü merhamet duyarsınız. Peki ya sevginin içine merhamet girerse?

“Acımak, iki yanı keskin bir bıçak gibidir; kullanmayı bilmeyen, elini ve özellikle kalbini ondan uzak tutmalıdır.” diyor Zweig aynı zamanda. İki ucu keskince bilenmiş acıma duygusunu kullanamayanlara bir bumerang suretinde geri döner, bu masum zevattan saydığımız merhamet. Yaratılan yaratandan ötürü sevilir de merhametin boğazladığı yaratılan ne kadar sevebilir? Başkasının gönlünü hoş, keyfini yerinde kılmak için yerlere serdiği merhamet bürünmüş gönlünü ne yaparsa refaha eriştirir, ikinci kategori ‘yaratılan’? Sonra bıçak elden kayar, telaş içinde keskin bıçağı tutmaya çalışırken kan revan olur her iki yaratılan..

Vee.. Cyborg için 7 ölümcül günahtan en kötüsüdür merhamet. Perşembeyi çalan merhameti de çalmalıdır. Ama değil hepsini. Shakespeare gibi Zweig gibi beddua etmeden merhamete, taşan kısmını boş gönüllere aktarmalıdır. "Bir Robotum Ama Sorun Değil" filmi, merkezine koyduğu işte bu merhamet ile seyredilince, elbette insanı değişme yoluna çağırabilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Olmayana Ergi Yöntemi

Ağlayan Çayır, ağlayan Eleni, ağlayan Helen..

Çöplük