“Zaman beni sürükleyen bir nehir, ama nehir benim. Zaman beni yok eden bir kaplan, ama kaplan benim. Zaman beni tüketen bir ateş, ama ateş benim. Evren, ne yazık ki gerçek, Ve ben, ne yazık ki Borges’im.”
Helen kökenini her filminde oldukça belirgin bir şekilde ortaya koyan ve mitolojik göndermelerle de bunu şiirsel bir biçime çeviren Theo Angelopoulos'un 12. filmi Ağlayan Çayır, I. Dünya Savaşı devam ederken Rusya'da başlayan Bolşevik Devrimiyle beraber Odessa'dan (Kırım) sürülen bir grup Rumun Selanik yakınlarında bir köyde yaşadıklarını anlatıyor. 2004 yapımı film, devamı çekim aşamasında olan bir üçlemenin ilk adımıdır ve Angelopoulos'un diğer filmlerinden aşina olduğumuz Eleni Karaindrou, filmin hisli müziklerinin icracısıdır. Bu usta müzisyenin, senaryoyu bir kez okuması bile kâfidir, diğer haftaya albümü çoktan bitirmiş olabilir. Müzisyen ve yönetmen arasında böyle bir uyum Krzysztof Kieslowski ve Zbigniew Preisner arasında da görülebilir. Kieslowski ve Angelopoulos'un müzisyenleriyle birbirlerini son kerteye kadar anlaması ile oluşan bu müzikler, iki yönetmenin filmlerinin eşsiz birer şaheser olmasında büyük bir etkendir kuşkusuz. Angelopoulos sinemasınd...
Tütüne bağlılığım hiç olmadı ama köpüklüsünden bir Türk kahvesi çaydan sonraki sıranın bir numarasıdır benim için. Zaten kafeinin kalbi çarptırır etkisi çaya oranla fazladır ve ben devamlı elinde fincanla gezen biri olarak o fincanın içini salt kahveyle doldursam uhrevi aleme hangi kompartımandan gideceğimin biletini tez elden keserim. Jarmusch'ların Jim de bunu diyor işte. "Kahve ve sigara mı? Ama sağlığına zararlı.." Nitekim bu sağlık zafiyeti Jim'i 1989 yılından 2003 yılına kadar huzursuz etmiş, o da yer yer bu huzursuzluğu yakın eşrafıyla film etmiş sonra da buyrun seyredin diye bizlere sunmuş. Bu eşrafta kimler yok ki? Tom Waits, Iggy Pop, Roberto Benigni, Cate Blanchett, Jack - Meg White (White Stripes), Alfred Molina.. Renée French. Renée French? Bence filmin en esrarengiz kişisi işte bu Renée Hanım. Filmin 11 bölümünde tek yalnız kahve içen kişi olan Renée French endamına, böyle bir filmde onca meşhur insan arasında bulunmasına rağmen tanınmayan birisi. Hakkın...
İnsanın asli görevleri nöbetleşe ilerler diyorum. Bunu uzunca bir vakit bloglar alemine dalamamaktan sebep içimden gelerek, göğsümü de gererek gerekirse, söylüyorum. Bu gayet yöresel bir örnek oldu bir demetten bir adet boyutunda ama bütünü oluşturan zaten o hep iplenmeyen küçük küçük detaylar değil mi? İşte son zamanlarda asli meşgalelerim bu küçücüklerden oluşuyor gibi görünüyor ama geliyorum gidiyorum acaba esaslı büyükler bunlar mı ki, doğ-yaşa-öl formülünde beşeri bir takım değişikliklerle hayata tali yollar çizip çizip kayıp mı oluyoruz diye hayıflanarak. Neyime hayıflanıyorum, cürmüm kaç dönüm yeri ışıtır hiç bilmem ama bir ışık var onu görüyorum; insana umursamazken/yoksunken herşey edebiyat edebiyat bakıyor, dağlardan şiir kopup geliyor çağlayarak, her çizgide sanat bulup eğrilik yarıçapından manidar cümleler üretiyoruz. Her delide bir Dali olduğu çıkarımından hareketle deliliğin sınırlarında yaşamanın hazzını meczup olup dağa çıkmakla eş görüyoruz. Sonra bu bir ülkü oluy...
Yorumlar
Yorum Gönder