Kayıtlar

Çöplük

 "ground control to major tom" Nerden aklıma geldi bilmem, o kadar yeni yetme ve zamanın ruhuna uygun son sürat mecralar varken, bir zamanlar buralarda klavye tuşu eskitmiş olmak.. Yazı yazmak bir sekiz sene önce mi güzeldi yoksa ben de mi bütün suçu hayat gailesi denen ezeli kamburun sırtına yükledim bilemem. Demek ki mürekkebi az da olsa yalamış olmak bir sekiz yıl hayati makbulleri yaşayıp hala kendini hatırlatan bir hasletmiş. Artık kimseler blog okumasa da, kozmik evreni inceden dürtüklemek galiba yaptığım. Ya da bir virüs istilasına müteakip fazlaca sıkılmaktan sebep eski çöplüğümü eşeledim. Güzel de oldu, yıllardır iş için düzinelerce sayfa proje yazmaktan gerçek bir yazı nasıl yazılır kısmını hep öteledim. Dedim ki, "bir oturayım bak neler yazacağım.." 6 yaşına girmek üzere olan yavrumun yüzüne bakıp zihnimde ciltler yazdım ama neyse küskünlüğüm, bir masa başına oturup kelimelere dokunamadım. Ertelemek vebasına tutuldum zahir.  Neyse, kendi kendime arada bir

Köpekler!

Dustin Hoffman benim için oyuncu camiasının tartışmasız bir numarası. Ortalama bir saf-cesur kahraman çizgisinde her zaman hayreti mucipliğini korur gözümde. Midnight Cowboy ise benim için bütün Hoffman filmlerinin doruk noktasıdır. Fakat şimdiki meselem Dustin Hoffman'ın erken dönem sinemasına denk gelen 1971 yapımlı  Straw Dogs , Türkçe'ye çevrilmiş haliyle Köpekler filmi. Remake garabetine uğramış 2011 versiyonu da bulunan film,  "herkesin bir kırılma noktası vardır" temasında sessiz atın çiftesi pek olur güzellemesi yapıyor. Kim demiş, cow denilecek mesabede pozitif bilimlere kendini adamış bir ultra zihin, insanlığın o çirkin ve hayvan üstü şiddetine vasıl olamaz? Bütün o ılımlı ve gani sabırlı hallerine rağmen bir insan nasıl kendisinin bile hayretine sebep vahşetin baş mümessili olabilir? Başta demiştim, Dustin Hoffman öncelikle saf akabinde cesura bürünerek , bir cinnetin nasıl da her şeyi çözebildiğini -tabii ki pozitif bilimler ışığında- gösteriyor iz

Şimido gurban niye doğdun?

Ömrümüz yaşama adapte olmakla geçiyor. Sözüm ona bi çuha çiçeği, bir himalaya tavşanı gibi. Nihayetinde başaramadığımız şey de değil. İnsan ölümü bile bastırma dürtüsünün altına gizlediğine göre her şeye de çok da güzel çok da iyi alışırız tamam mı? Arkadaş "kabirde sana amelin arkadaşlık eder, sıkılmazsın" dedi. Arkadaşlık ilişkilerimin zayıflığından dem vurmadım, cesur görünüp korkak yaşamaya da alışabilen bir varlık olabilir insan. Himalaya tavşanı bunu yapamaz misal. Tavşanlığını bilsin. Hazret ve taze emekli Warren Schmidt de ölümüne yakın oturmasına, kalkmasına, yemesine, içmesine, arabaya giderken anahtarı eline almasına bile gıcık olduğu 43 yıllık eşine de alışmıştır bir yerde. Fakat muhabbetin fazladan öte fazladan ziyadesi zafiyet de verebilir nevinden "evimde yaşayan bu yabancı da kim?" sorusuna müteakip tez zamanda eşi ölür. Schmidt'e düşer nanaylar.. Başlangıçta, bunca yıldır hakimiyeti altında hissettiği eşinin ölümünü hasır altı mutluluk

Go straight Mr. Straight!

Filmlerinde tarz olarak bilindik verilerden bilinmeyene ters köşe etme yöntemini kullanan David Lynch , Straight Story' de ise bence bütün bilindik yöntemleri kullanarak unutulmuş olanı yüzümüze çarpma yöntemini kullanmış ve mükemmel bir yol filmi armağan etmiş sinema tarihine. Öyle ki, on yıllık bir kırgınlık için yüzlerce kilometrelik yolu Alvin Straight 'e kat ettirmiş.  Mevzu ise ağır; bir tartışmaya feda ettikleri kardeşliklerini, kardeşinin kalp kriziyle yeniden kazanmak isteyen Alvin, ehliyet gerektirmeyen tek alet çim biçme makinesine bir karavan bağlayarak yollara düşer. Konu komşu cümle alem eğlenmeye münasip yerlerini hazırlarken Alvin kimseye kulak asmadan "varamasam da yolunda ölürüm" der ki Alvin ölümü unutmayacak yaşa gelmiş, 73'ü bitirip 74'ten gün almıştır. Bütün hayati risklerine ve  tabii  engellere rağmen hedefi bir tek kişinin gönlünü kazanmak olmuştur. Başarmıştır da. Yüzünde mağrur ama yorgun bir edayla şu kelamı da etmiştir: &

İstediğimiz sorudan başlayabiliriz.

Resim
Hani bir problem vardı ya.. Bir elde kurumuş bir kafa, hala yaş olan kafaysa burnunu yukarı çevirmiş, üzerinde tek parça beyaz bir elbise.. Belki başının üstünde metalik bir taç da mevcuttur. Benim bütün bir Antik Helen uygarlığını üzerine giydirmeye çalıştığım İngiliz'in dilinden döktüğü kelimeler bunlardır işte: To be or not to be. That's the question!   (Just my imagination.) Existensializm... "Merdivenlerden çıkarken orada olmayan biriyle karşılaştım. Yine orada değildi." demek bir yerde.. On soruluk bir sınavda, yazacak tek bir kelimenin bile olmaması, her şey zıddıyla mümkündür üzerinden olmayana ergi yöntemi olarak da okunabilir. Çok Woody bir Allen.

İrrasyonel sanılar

Dün bir arkadaşım, "Sen o kadar rahat bir insansın ki, bu rahatlığı bozmamak için sıkıntılarınla bile uğraşmıyorsun" dedi. Geçen yıl bodur alim ilan ettiğim bir öğrencimin söylediklerini getirdi aklıma bu laf: "Hocam, siz kesinlikle sabırlı değilsiniz. Sadece uğraşmak istemiyorsunuz. Basit geliyor size herşey."  Bilmiyorum, sabırlı olmak mı insanı basit nesnelere dokunmaktan alıkoyar, yoksa mefhumun muhalifinden yola çıkmak mı doğrusu: basitlikten neşet eden sabırlı görünme sahteliği.. Belki de bütün basitlikleri yalayıp yutmaktan sebep hayattaki sair bütün muhabbetlere "caz müziği ayarı çekmek" aslında olan biten.. Kafayı omuzdan ötelere uzatıp, en uzak menzilin samanlığında iğne aramak.. Yani en uzak menzilin samanlığına daldırmak gözleri. Seyran olur diye.  Hepsi beklemenin türevi, hepsi şikayet, hepsi kendinden bile kaçma arzusu, hepisi topusu bir film: Üç Maymun! İnsan filmleri seviyor diye film gibi yaşamalı safsatasını da kim uydurmuş?

Olur ya..

Balkonunuza iki yavru bırakan güvercinlerden biri (belki de anne olanı) bizzat onlar o yavruları oraya bırakamasın diye ger-eme-diğiniz fileye gagasını kaptırıp, hatta kurtulamayıp da azrailinden, gözleri filenin ardındaki gökyüzüne kitlenerek soğur. Ölür. Olur ya.. Bağçede yüzünü öteye çeviren nazlı yârine içerlerken şair, sevdiceğinin elindeki, onun en sevdiği çiçeğin saksısı kayıp düşer. Çiçek kurur. Olur ya.. Müzmin bir bahtiyar olması beklenirken, geçerken hayat şartlarına uğrayıp yatıya kalan hakikatli polis Musa, altmışından sonra gönül yaylarının kopmasına müteakip evladı emsaline aşık oluverir. Yanar. Olur ya.. Hayatta olası bütün dertlerin şiddete meyliyet kazandırdığını öğrenen bedbaht, meyili sıfırlayıp düz yolda parende atmayı dilerken beyninde bir ura konaklık ettiğini öğrenir. Yavaşça oturur. Olur ya.. Bir intiharın bütün ecellere yaptığı naniği fark eden Şevket, obsesifliğin aşkı evliliğin aksine yücelttiğinin de bir örneği olarak, alnına her Allahın s

Bir daha çal, Ada!

Resim
Ada .. Başta sessizlik vardı derler bilirsin. Başının ya da sonunun teşbihle sınırlandığı evrenin dili başta kopuk, belki kulağı da sağırdır onlara göre. Ağzından çıkanın kulağına varamadığı bir evren..  Ne bahtsız bir varsayım!  Anlat bize sen, sessizliğin yanılsamadan gayri bir hükme sahip olmadığını mahir parmaklarına.. Kelimelerin konuşmak için kifayet etmediğini, sebebini kendinin dahi bilmediği çocukluk suskunluğunla anlat. "6 yaşından beri suskunum ama konuşabiliyorum, yalnız tekellüm edemiyorum" de Beyazıt-ı Bistami gibi..  Dille anlatılamayanı parmakla anlat. Anlat ki bilsinler; insan kendi seçtiği lisanla konuşur aslında. Ayağına dolanan halat, diline dolanan kelimelerden daha konuşkandır senin.  Suya çeker seni sesin..

Hiroshima'da öleli..

Resim
"Non, tu n’as rien vu a Hiroshima ...” Hiçbirimiz Hiroshima'da hiçbir şey görmedik, evet. "Bomba atıldığında, orada gökyüzünde bir göz açıldı. En korkunç göz!" Ama onlar gördüler.  Göz de onları gördü. 6 Ağustos 1945 'te bir rapsodi .. "Hiroshima, mon amour!"