"Mutluluk her zaman keyif vermez."

Malumumuz şu ki, Almanya ikincisinin nüvelerinden olduğu dünya harbinin bitiminde yenik, bitik, bizim şu vakit 130 yılın fecaat sıcaklarından muzdarip "ayol parmağımı oynatasım gelmiyor" diye hayıflandığımız serzenişleri has elden peynir sündürmesi gibi sündürmemiş tez elden yeklenip kalkma çabalarına girmişti. Bu uğurda Hitler dedelerinin sarı saç-mavi göz-bembeyaz ten üçlemesi ari ırk idealini elinin gerisiyle ittirmiş, sair ülke vatandaşlarına işçi sıfatıyla kıymetli yurtlarının kapılarını açmıştı. 1960 baharında açılan bu  kapı 1973 ayazında usulünce sona erer (teşbih-i beliğ yada kinaye yaptım, emin değilim). Tabi usul "kapatınız kapıları, dolduk" olsa da, eşeden köşeden yaa Allah deyu deyu binlercesi Alaman topraklarına giriş yapmış, beklenir ki Hitler'in kemikleri sızım sızım sızlamıştı. Ama sakınılan göze çöp de batıyor haliyle.

Zamanla bütün dünya tarihine malolan meseller gibi bu da sinema camiasının dönüp dolaşıp el attıklarından biri oldu. Pek çok yönetmen Almanya'daki göçmenleri merkeze aldığı filmleriyle dikkatleri gurbetçi işçilerin her cenahtan gedikli hayatlarına çekmeye çalıştı. Etnik kökeni Avrupa topraklarına tekabül eden zevatın dertleri var mıydı yok muydu pek önümüze gelmedi ama baştan üçüncü sayılan ülkelerin gurbetçilerinin sıkıntıları sinema endüstrisine iyi kaynak sağladı kuşkusuz. İçimizden birileri Kutluğ Ataman, Fatih Akın'ın yanı sıra Lars Becker ve Rainer Werner Fassbinder gibi yönetmenler bu konuya kayıtsız kalmayan yönetmenlerdi. 


İşte en son verdiğim isim Rainer Werner Fassbinder bu konunun esas kişisi sayılabilir. Bütün bu zırvaladıklarım da onun "Angst essen Seele auf" [Korku Ruhu Kemirir] adlı filmine ön ayak olmak içindi. Ah ben ne çok zırvalarım!

Asıl adı El Hedi ben Salem M'Barek Mohammed Mustapha olan ama çok haklı gerekçeyle Ali diye çağrılan kimsesiz Faslı göçmen ile artık ununu elemiş eleğini de duvara asmış sayılabilecek bir yaşa erişmiş dul Alman Emmi Kurowski'nin kanıksananın dışında ilişkilerini anlatır film. Yağmurlu havaların insanları güneşli havalarda asla girmeyecekleri kapılara inatla sürüklemesinin en güzel örneklerinden biriyle başlayan film, bir iddia sonucu bizim bu ikilinin dansa kalkmalarıyla yasak aşk boyutuna doğru yavaş yavaş ilerler. Bu aşk yasaktır çünkü arada 30 gibisine bir yaş farkı vardır; bu aşk yasaktır çünkü bir Alman, murdar bir Faslıyla -al bir de göçmen çıktı- "aa mümkün değil..". Filmde bir yanda Arapların yada beynelmilel göçmenlerin Alman toplumundaki yeri yada yersizliği zemin bulurken diğer yanda yaşlı ve dul bir kadının hasletlerinin bitim noktasının olmayabileceği de aklımızın bir köşesine yazılır. Türk göçmenlerden birinin Emmi'nin damadının iş yerinde şef olduğunu öğreniriz mesela. Sonra diğer etnisitede pek çok göçmen işlerinde hayli başarılıdır. Zaten sevimsizin biri olan damat ve diğer kindar Alman ahalisi ise "geldikleri gibi giderler!" hayaline kapılır, hal böyle olunca. Öyle laflar bir kere ediliyor nitekim. 


Filmi fazla budaklandırmadan son olarak şu söylenmeli: "menfaatler her zaman ilişkilerin önündedir". Ya da ilişkilerin seyrini menfaatler belirler diyeyim. Emmi Krowski'nin Emanuela ben Salem M'Barek Mohammed Mustapha olmasına içerleyen çoluk çocuk, eş dost akraba gayet opportunist takılarak Emmi'yi zamanla tekrar bağrına basmış, her türlü hakaretamiz sözlerle dış kapıya mandalladıkları Ali'yi de bu uğurda kabullenmişlerdir. Hani denir ya, gel zamaaan git zamaaaan.. Gelmiş zaman gitmiş zaman, kronik nöbetler halinde seyreden etnik düşmanlık, karşıda bir alacaklı olmadığı zamanlarda hayli yuva "yakmıştır".

Sonuç: 1974'te tam da en kritik sayılabilecek bir dönemde çekilmiş çok göndermeli, çok seyirlik film: Ali: Fear Eats The Soul.

Angst Essen Seele Auf (1974) - Rainer Werner Fassbinder


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Olmayana Ergi Yöntemi

Ağlayan Çayır, ağlayan Eleni, ağlayan Helen..

Çöplük